ŞEHİTLİK CADDESİ
Paşabahçe'de bir cadde; bir yanı mezarlık, adı Şehitlik Caddesi…
Dondurma arabası görünürken köşesinden, hem de üç tekerlekli;
"Dondurmam kaymak! Bitiyor be, vişne-sade!" diye bağırırdı, sahibi.
Kirli-terli parmaklı ve şıkırdaklı plastik ayakkabılarımla;
Heyecanla koşardım evime, mavi-askılı kısa pantolonumla;
Eli Benli, Burnu Benli, Boynu Benli Annem’den isterdim; bir dondurma…
Gerçek aşkı da ilk defa gördüm, orada; Altın Dişli Fatma Abla’da…
Mehmet’ini sayıklayarak ve bilerek öldü, loğusa yatağında;
Mezarlık yokuşunda, her zamanki akordiyon sesi; duyulduğunda...
İyem tablolarındaki gibi iri-mahzun gözlü Emine ve Güler;
Evimizin önündeki dut ağacına çıkar, oynardık; hep beraber.
Bazen de değiştirerek okurduk; Teksas, Tom Miks ve resimli dergiler.
Sene bin dokuz yüz altmış, Rahmetli Babam’ın tutundum bir paçasına;
Teslim etti beni, Paşabahçe’de; Öğretmen Remziye Zeytinkaya’ya.
Ter bastı, burnum da akar gibi oldu; öğretmenin ana kucağında...
Kalın cam gözlük, siyah kolluklu Numan Öğretmenim; üçüncü sınıfta,
Ağzından tükürük sıçratarak anlatırdı dersi, pek de heyecanla…
Tahtaya kalktığımda tebeşir tozları dolardı, ağzıma-burnuma.
Mahalleden de komşuydu, çatık kaşlı sınıf arkadaşım Mine Tekgöz;
Onun için yanına gidip, konuşamazdım aklıma gelen; birkaç söz!
Sınıf birincimiz Fikret söylerdi; Pol Anka, Elvis ve Selçuk Alagöz…
Okul çeşmesinden ağzımı dayayıp içerdim, simit kokulu suyu.
Sınıf başkanımız Mehmet Kadırga’nın abi duruşu, pek bir gururlu;
Bir kere de ayırmıştı Orhan’la olan, nadir kavgalı durumumu…
Mahallemizin arka bahçesinde: Çayır-çimen, tepesi de koruluk;
Üstümüz-başımız yeşilleninceye kadar, top peşinde koştururduk.
Çimen kokusu karışık-mutlu, dizler yaralı; ter içinde olurduk.
Komşumuz İtfaiyeci Rahmetli İbrahim Amca “Oku!” derdi, bana;
Eşi Sıdıka Teyze’nin reçelleri, tadı gitmez; hala damağımda.
Ahşap kapımızın yağsız-pirinç kolunun gıcırtısı, hep kulağımda…
Bebekken, anacığım süt işi yaptığında; ilgi bekler ağlarmışım;
Boş yere sararmış sırtına, sıcak kucağını ister; hiç durmazmışım.
Koca kafalı, oldukça kısa boylu; hisli ve uslu bir çocukmuşum.
Elli kiloluk güğümleri, kuyuya salardı Anam; süt kesilmesin.
Eli-ayakları öpülesi, Allah sana sağlıklı ömürler versin.
Süt ve yoğurt işine rağmen; “Bu evde, temizlik meleği mi var?” dersin.
Lambalı Aga radyomuzda istasyonlar arardı, Mavi Gözlü Babam;
Orhan Boran’la Yuki, Vedat Demirci’den de çocuk saati; hiç bıkmam.
Jülide Gülizar’lı haberlerle kaptım, güzel Türkçemiz’i; unutmam…
Geçenlerde ziyaret ettim; doğup-büyüdüğüm, bu güzel toprakları:
Şehitlik Caddesi daralmış; bağrına saplamış, çıkmaz sokaklarını!
Zaten koru-çayır da kalmamış; sadece soru işareti ormanı!..
Hasan ER