YİRMİ BEŞİNCİ SAAT
“Gün, niye yirmi beş saat değil!” diyor, iş insanı;
Kendine-ailesine zehir ediyor, yaşamı…
Köşenin mendilci kızı şimdi sildi, gözyaşını;
Bugüne kadar hiç sordun mu, derdini-dermanını?
Pür-telaş çıkarken gördün mü, sabah papatyasını?
Gece dönerken atladın; yaprak kapanışlarını…
Hasret bıraktın, sıcak temasını ve bakışını;
“Size çalıştım!” dedin; sarmadın, onulmaz yaşları!
Soluk al, soluk aldır; kaldır, o hep meşgul kafanı;
Uyandır, dumura uğramış farkındalıklarını…
Gördüğün ilk soru işaretine, takılıp-kalma;
Sistemi çöz ve hain tuzaklarına hiç kapılma…
Yirmi beşinci saat; sonu olmasın, ailenin;
Kıymetini bil, birlikte yaşanan saniyelerin…
Malıyla sahibini kullanan, yüksek sermayenin;
Dişlerine taktırma, toplumsal değerlerimizi
Ve hiç sonlandırma, Cumhuriyet bekçilerimizi…
Hasan ER